16 Mayıs 2020 Cumartesi

19 MAYIS 1919, FRANCALA ve Ü R E T İ M

  Sokağa çıkma yasağının geldiği hafta sonlarında haberlerde üstüne basa basa ''Fırınlar ve eczaneler açık olacak!'' denildi. Fırınlar açık! Fırınlar açık! Hatta cümlede baş rolde, eczaneden önce söyleniyor... Fırınlar açık! Niye dersiniz?  Ekmek Türk insanının katığı olmuştur ve kıtlığı çok çekilmiştir de ondan.

 Ekmek önemlidir. ''eli ekmek tutuyor” deriz mesela, ''ekmeğini taştan çıkarıyor'' deriz, ''ekmek aslanın ağzında'' deriz. Şimdi bir an düşünün 3TL’ye aldığınız bir ekmeğin ansızın 30-TL olduğunu! İşte İstanbul’da o 1919’da tam da bu oldu! 1,75- kuruş olan un, ansızın 20-kuruş oldu. Neden mi? Geçen yazımda anlattığım 1. Dünya Savaşı sonlarına doğru Ruslar Zonguldak’taki kömür madenlerini bombalamıştı! Kömür olmayınca trenler, gemiler çok kısıtlı çalıştı. Un ülkede değişik şehirlerde olsa da İstanbul’a çok zor ulaşıyordu. İstanbul içi vapur seferleri durdu çünkü kömür yoktu! Değirmenler çalışamadı çünkü kömür yoktu! Trenler İstanbul'a erzak taşıyamadılar çünkü kömür yoktu! İnsanlar işe gidemedi. Gece şehir aydınlatması çok zayıftı. Bu durumdan kendine vazife çıkartan bazı tüccarlar memnundu, karaborsa vardı. Ancak ekseri çoğunluk hastalık ve kıtlık çekmekteydi. Değişik unlardan yapılmış ekmekler üretildi ve vesika ile dağıtıldı. Onlara ''Vesika ekmeği'' denirdi ve bir çok kaynakta tadının çamur gibi olduğu yazar. Has undan yapılan ekmek ise çok az bulunur ve adına francala denirdi.



Kaynak : İstanbul ve Diğer Kentlerde 500 yıllık Fiyatlar ve Üretim, Şevket PAMUK, DİE Yayınları (TÜİK)

Bir önceki yazımda H1N1'in atası olan 1918 salgının ilk ABD'de başladığını ve sonrasında Avrupa'ya Fransa limanları vasıtası ile girip yayıldığını anlatmıştım. 1918 Mart ve Ağustos ayları arasında ılımlı bir yayılma görünürken esas 2. dalga yani 1918 yılının Eylül ve Aralık aylarında gerçekleşen şiddetli yayılma ile daha da fazlalaşıyor ve İstanbul'da da ölümlerin artmasına yol açıyor.  Son artık artçı diyeceğimiz dalgalanma ise 1919 yılı Ocak-Mayıs aylarında gerçekleşiyor. Yani Atatürk tam da o zamanlarda Şişli Halaslargazi Caddesi No: 140’daki  evinden çıkıp Bandırma Vapuru’da biniyordu...


Hani okulda tahtanın üzerinde Gençliğe Hitabe’de yazar  Bir gün, İstiklâl ve Cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şerâitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerâit, çok nâmüsait bir mahiyette tezahür edebilir.” İşte İstanbul insanının 101 yıl önce içinde bulunduğu VAZİYET tam da budur. Tarihçi olmadığım için bu vaziyetin anlattıklarımdan eksiği değil ancak fazlası olur.       İşte öyle bir vaziyettir ki, Fikret Mualla, okuldan eve getirdiği İspanyol Gribi ile annesinin vefat sebebi olur. Bu kayıp onu bir ömür etkileyecektir. İşte bu vaziyet sebebi ile Nazım Hikmet şu dizeleri kaleme alır:

 Biz ki İstanbul şehriyiz, 

Seferberliği görmüşüz: 
Kafkas, Galiçya, Çanakkale, Filistin, 
Vagon ticareti, tifüs ve İspanyol nezlesi 
bir de İttihatçılar, bir de uzun konçlu Alman çizmesi 
914’ten 918’e kadar yedi bitirdi bizi."     


İşte bu şartlar altında Samsun'a çıkılır. Topyekün bir seferberlik ve yokluk ile Türkiye Cumhuriyeti kurulur. İleri gelen münevverler o nedenle ülkede cumhuriyet rejimini benimser ve üretmek gerektiğini, ülkenin kendi başına ayakta kalmasının ancak bu şekilde olabileceğinin bilincindedirler. O nedenle o kadar kısa zamanda aşağıdaki fabrikalar açılır. Kendin üreteceksin, başkasına muhtaç olmadan. Mikro ölçekte tıpkı şu anki biz İstanbullular'ın yaptığı gibi... Kendi ekmeğini, pidesini, lahmacununu, dönerini kendi mutfağında üretme yollarını araması gibi! Yatırım maliyetleri ve ucuz işçilik sebebi ile üretimler Çin gibi ucuza mal edilen coğrafyalara kaymış olsa da önümüzdeki dönemde bazı üretim faaliyetleri olası pandemi tehlikelerine karşı tekrar anavatanlarına döner mi göreceğiz. Bazı ürünlerin ülke içi üretimi, veya tarımsal bazı faaliyetlere devletler belki daha çok destek verecek. Örneğin Sümerbank açık kalsa idi, bu maske kodu geldi gelmedi sohbeti sosyal medyaya belki düşmezdi bile mesela :) Biz bize yeteriz nasıl mı üreterek, ihracat fazlası vermeyi hedefleyerek!
    

9 Mayıs 2020 Cumartesi

YÜZ YIL ÖNCE, YÜZ YIL SONRA SALGIN, DEMOGRAFİ, GELECEK



   Bundan yüz yıl önce insanlığın başına gelen İspanyol Gribi, salgınında da çok fazla kayıplar verildiğini, adının ise İspanya’nın savaşa katılmamasından dolayı, salgın ile ilgili en tarafsız haberlerin sadece İspanyol gazetelerinde yer almasından geldiğini duymayan kalmamıştır. Bu yazıda tarihin tekrardan ibaret olduğu söylemi ile hareket ederek önümüzdeki dönemde demografik nüfus hareketlerinin nasıl olabileceğini irdeleyeceğiz.

  Düşünün tarım devriminden, sanayi devrimine adım atılmış ve 1. Dünya Savaşı patlak vermiş. Savaşa katılan tüm askerler dört yıl süren savaş bitimi ile evlerine dönerken bu salgın ortaya çıkmış. Günümüz şartları internet, zoom, whatsapp’ları geçtim, doktorların yeni salgın hastalık ile ilgili tedavi yöntemlerini hızlı paylaşma imkanları bile yok! Savaş esnasında cerrahi bilimler gelişme kaydetse de ortada antibiyotik yok! Bilinen ve halkın ulaşabildiği yegane ilaç ASPİRİN. İnsanlar savaş nedeni ile yorgun ve üstüne 2,3 gün inkübasyon süresi olan ölümcül bir salgın var.                    
     :                   
 KAYNAK: (On a demographic consequence of the First World War Guillaume Vandenbroucke’in 21 August 2012 tarihli makalesi)     
     Savaşın ABD ve Fransa’nın aynı safta olması sebebi ile denizci askerler vasıtası ile ABD’den veya fabrikada çalışan Çinli işçiler ile daha hızlı yayıldığına dair bir çok yazı okudum.  Hatta bunu yazan  bir makaleyi de hemen şuraya bırakayım.     

I


Savaş sonrası durum o kadar dengesiz ki Fransa’da üreyebilecek yaştaki 15 kadına karşılık 1 erkek var. O da büyük olasılıkla savaş gazisi. Bu salgın en çok 20-40 yaş aralığındaki nüfusu etkilemiş. Buna şaşırmadım zira; o dönem beklenen ömür süresi 60 yaş en fazla! O zamanlar nüfus sayımları ne kadar doğru ve kusursuz bir şekilde yapılırdı bir bilgim yok, ancak, tahmini olarak Avrupa yayılımı ve oluşan dalgaları da ABD National Library of Medicine’deki yine aynı makaleden: (Kaynak : Mortality Burden of the 1918-1919 Influenza Pandemic in Europe. Author information INSERM, U 707, Paris, France)





Bu ölüm verileri sadece sivil ölüm istatistikleri kullanılarak modellenmiş. Tüm bu gelişmeler Avrupa’da yaşanırken, İstanbul’da acaba neler oluyordu? Bunu bir sonraki yazımda irdeleyeceğim. Ancak tüm bu makaleleri okurken düşünmeden de edemedim. Fransa’da hem pandemi hen savaş sebebiyle bu kadar cinsiyetler arası dengesizlik varken nüfus nasıl bu kadar hızlı toparlanmış? Yoksa Fransız yapımı kendi komedi filmlerine bile konu olan metres kavramı o yıllardan günümüze kadar gelerek mi adeta normalleşip espiri konusu olmuş? O bölüm bu blogun ilgi alanı değil! Ancak bu toparlanma 2. Dünya Savaşı'nın Baby Boom'u karışmasın burada savaş sonrası salgın var! Bizim bu yaşadığımız ve bireyselleşmenin ön planda olduğu günümüzde acaba baby boom yaşanacak mı bu birinci soru? Ya da sosyal  mesafe falan derken internetin de katkısı ile tamamen bireyselleşme mi yaşanacak? 



Yüz yıl öncesinin getirdiği çok eşli metres hayatından, mesafelerin metreler ile ölçüldüğü bir hayata mı insanlık belirli bir dönem evrilecek?  bilmiyoruz. Ancak ikinci ve üçüncü dalgalar tedbiri elden bırakırsak çabuk gelecektir.

Not: Laptomu çocuklara kaptırdım; cep telefonundan yazıyorum; imla hatalarım affola :)


.

7 Mayıs 2020 Perşembe

7-24,7-24, 7-24.....






  Türkiye'de Sağlık Bakanı Sn. Koca'nın aktardığı sayılar gerçeği yansıtmıyor deniliyor.  ''Bu doğru olabilir mi?'' Velev ki öyle, diyelim... Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: ''Tüm dünyada açıklanan sayılar gerçek değil. Sebebi çok basit! Dünyamız global bir köy idi ve uçaklar vızır vızır işlediği son normal dönemimizde belki Aralık ayı başında  bile bu virus sebebi ile özellikle bir çok yaşlı KOAH hastası  v.b vefat etmiş olabilir. O nedenle İstatistik bilimi hata payı dediğimiz paylar ile  güven aralıklarında çalışır. Öncelikle bu gerçeği kabul edeceğiz. Kontrol edilebilir  az nüfusu olan bir kaç ülke gerçeğe yakın sayılara ulaşmış olabilir. Ama diğer ülkeler için hata payı olasıdır. Burada bizlerin bireysel olarak bakacağımız nokta ''Hastanelerde yığılma var mı?'' olmalıdır. Şükürler olsun yok!

ABD'de Depaartment of Labour böyle bir tablo hazırlamış. Mesleki Risk Puanlaması yapmış. Y ekseni Yıllık Gelir X ekseni ise Risk yüzdesi. ABD halkını sadece %29'u işini evden yapabilir durumdaymış. En ön saflardaki gruplar özellikle sağlık çalışanları büyük risk altında, onları sol alt köşedeki diğer meslek grupları takip ediyor. Aynı gemide miyiz? sorusunun cevabını bugün Facebook'ta buldum, onu da koyayım.




ABD'de hastanelerde covid teşhisli ve entübe ölen hasta sayısı arttıkça o hastaneye daha fazla ödenek tahsis edildiği yönünde bir iddia var. Hal böyle olunca New York'ta 3700 şüpheli ölümün de covid olduğunu var sayarak istatistik veri olarak işlemek "Hiçbir şey olmasa bile kesinlikle bir şeyler oldu ama fark edemedik.''kabilinde bir durumdur. Çıkan vefat istatistikleri geçmiş yılların bu aylara ait verileri ve önümüzdeki bir kaç yılın verisi  ortaya çıktıkça, er ya da geç bu salgının ölüm istatistikleri daha bir netlik kazanacaktır.

Riskli olan meslekler tüm dünyada aşağı yukarı yukarıdaki listeye benzer bir durumdadır. Uzun vadede ikamesi kolay olan mesleklerde maaş artışı da olacağını  sanmıyorum. Ancak hekimlik maaşları tüm dünyada gelecekteki olası başka pandemi ihtimallerine karşı farklı bir klasmanda değerlendirilebilir. (Reanimasyon, Göğüs Hastalıkları, İntaniye branşları)


 


  Sağlık alanındaki kalifiye elemanın yanı sıra hangi ilacın ilk aşamada etkili olduğu saptandıktan sonra yerli üreticimiz Abdi İbrahim'in yandaki jesti ve tüm ülke hastanelerinde aynı protokolün uygulanması da şu an olayı kontrol altında tutuyor. Matematiksel olarak henüz başarı diyemeyiz çünkü bitmedi. ABD'de bir ilaç firmasının bırakın Sağlık Bakanlığı'na bir ilacı bila ücret vermesini, nüfusu en az olan eyalete bile bedava vermez! Sevabı geçtim ABD'de ilaç üreticileri günahını bile paylaşmaz! Taaa 50 yıl öncesinden Dr. Kimble'ı  ( The Fugitive) hatırladınız mı? Bu dönem bazılarının bol vakti var izleyin... Sektör aynı...


ABD'ye bile yardım uçağı gönderdik biliyon mu? diyen sevgili dostlar ben bu satırları yazarken Dolar kuru 7,24 TL. !!!!!! Bu hiç iyi değil. Adını yukarıda zikrettiğim Facebook'un  bile değeri Türkiye'nin bütçesinin 10 katı... Yardımı biliyom ve şu dönem 7/24 çalışan sağlık sektörüne şapka çıkartıyorum ancak, 1Doların 7,24 olmasını üzüntü ile karşılıyorum. 





4 Mayıs 2020 Pazartesi

MEKANA SIĞMAYAN YAŞAMLAR

 Zamanının çoğunu ev dışında geçiren bir aile iken, dört kişi birden okulların tatili ve çocuklara sokak yasağı gelmesi sebebi ile epey bir zamandır çocuklar ile evdeyiz.  Onların Zoom toplantıları, EBA ve benzeri platformlardan gelen ödevleri ile yoğun bir gündemleri var. Her şey olduğu kadar, çok zorlayıp, hırslanmaya gerek duymadan yardım isterlerse içimdeki öğretmeni çıkartıp onlara yardımcı oluyorum.

  Geçen gün sohbetimiz esnasında büyük kızım Beethoven’ın Ayışığı sonatını, kör bir çocuk ile sohbetinden esinlenerek yazdığını bilip bilmediğimi sordu. Ayın gece dünyadan nasıl göründüğünü çocuğa tasvir ettikten sonra esinlenip, bestelemiş. Sonra romantik iki numaram Elise’ye de aşık olmuş Für Elise oradan geliyor dedi çokbilmiş bir tavırla! Diğeri hemen söz alıp “-O sağırmış sadece; Mozart’ı toplu mezara gömmüşler o kötü işte; korona var mıydı o zamanda anne?” demez mi ! Şaşırtıyor insanı çoğu zaman çocuklar! TV izlemeyi sevmiyorlar, ''Tüm gün ekrandan eğitim var inşallah gözlerimiz bozulmaz!'' dediler geçen gün! Değişik ruh halleriyle, ilginç bir dönemi deneyimliyoruz. Gerçekten gözler yoğun ekran radyasyonu ile yoruluyor. 

  Tarihinde ilk kez Amerikan petrolü eksi fiyat gördü, bedavadan ucuz! Yani yatırımcısına anaparadan zarar yazdı! Belki evde çok sıkılıyor olabilirsiniz, ancak hepimizin bir zamanlar normal dediğimiz hayatımız sürerken, mapusluk durumu hariç, seçilmiş bir çok mesleğe kıyasla konforsuz meslekleri icra eden  insanları irdeliyorum bu aralar...

 Denizaltı mürettebatı... Denizin yüzlerce metre altında, aylarca bir metal yığını içinde yaşayabilen sıra dışı insanlar mesela! İlk denizaltı maceramı Koç Müzesi ile yaşadım,  (TCG Uluçali Reis) onlarca basamağı kuyuya iner gibi iniyorsunuz. İç mekanın çoğunu makineler kaplıyor. Herkesin istihkakı  sınırlı! Yeri geliyor öyle bir sessizlik olmalı ki, düşman seni fark etmesin. En küçük hata ölüme dönüşebilir; o nedenle, denizaltında hep emir tekrarı yapılır. Duşta geçirilebilecek  maksimum süre  üç dakika! Yatak sayısı personel sayısından az olduğu için “Sıcak Yatak” uygulaması var. Yani vardiyası biten Ahmet, yataktaki Mehmet’e “-Hadi kalk, uyku sırası bende” diyor, sonra Ali geliyor, Ahmet yatağı ona devrediyor. Yorgan, yastık kılıfı falan değişmeden oluyor bu devir teslim, o nedenle  sıcak yatak deniliyor. Yatak dediğinde ranza usulü; evdeki kütüphanenin bir rafını boşaltıp, rafa ranza diye girin açık kısımda kalan  perdeyi örtün, öyle! Böyle bir düzen...  Basınç ve oksijen yetersizliği de var tabii; sabah kalk pencereyi aç gibi bir opsiyonunuz yok! Bireysel olarak yalnız başınıza kaldığınız tek yer tuvalet! Öyle bir yaşam... D Vitamini eksikliği ve kısıtlı hareket! Bu sebeple karaciğer yağlanması en olası rahatsızlıklardan. Denizaltılar ülkeler için büyük stratejik önem taşıyorlar önümüzdeki dönem acaba bu önemli savaş araçları nasıl şekillenecek? Sosyal mesafenin bu ortamda uygulanması nasıl olacak? Ben bu dönemde bu ilginç meslekleri de düşünüp irdeliyorum. Denizaltı personelinin performans değerlendirme sistemleri ve motivasyon kaynakları bu bağlamda önümüzde şekillenecek bir çok iş koluna ışık tutabilir.

     Astronotlar var sonra, kısıtlı bir ortam ve yer çekimsiz! Uzayda en uzun kalma rekoru Valery Polyakov'da olsa da, benim ilgimi en çok Scott Kelly  çekti.  Kendisinin tek yumurta ikizi ile uzaydan döndükten sonra gen dizilimleri eşleşmemiş. Yani Scott mutasyona uğramış; uzmanlar bunu yeteri kadar oksijen alamamaya bağlamışlar ve stresin de bunda etkili olabileceğini vurgulamışlar.  

   Tüm dünya sakinleri olarak maruz kaldığınız Covid-19’un yarattığı travmanın PTSD ( post traumatic stress disorder) etkisini henüz bilmiyoruz. Ancak genel veriler kadınların, erkeklere göre PTSD etkilerinin daha fazla olduğunu gösteriyor. Bu ileride ilişkilere nasıl yansır   umalım göreceğiz.

3 Mayıs 2020 Pazar

PANDEMİ NASIL YAYILIR(DI) ?

    Epey uzun bir zaman oldu farkındayım; önce blogun üzeindeki tozları ve örümcek ağlarını temizleyerek yazmaya başlıyorum. Bu blogu ilk yazmaya başladığımda ikinci çocuğum yeni doğmuş ve uzadıkça uzayan emzirme saatlerinde blog yazmak bana iyi bir  meşgale olmuştu. Köşe takımının tam köşesine uygun açı ile laptopu yerleştirip aynı anda iki işi halledebiliyordum! ( İlk bebekte denemeyin; ikincide daha bir deneyim kazanılıyor :)) Şu an iki çocuğum da şükür boyuma yaklaştı ve ben yine evdeyim. İK'cı şapkamın yanı sıra, lisans derecemin de İstatistik olduğunu düşünürsek ben de bu salgın konusunda en basit en anlaşılır biçimde evde kalarak neyi amaçladığımızı size anlatma gereği duydum. Gayet bilimsel bir gayret ile yazıyorum :) 

  İlk önce logaritmik dağılım diyerek matematik özürlü bazı basın kurumları kafamızı karıştırdı. Logaritma e tabanlı olursa e dediğimiz 2,718281828459 gibi dışı sizi içi bizi yakan güzide bir  sayımız. Biz ona 2,72 diyelim daha sevimli dursun. O zaman bu e tabanlı logaritma hesap makinelerindeki LN tuşu olur. Yani hesap makinenize bir sayı yazın ve LN tuşuna basın işte o çıkan sayı logaritmik bir sonuçtur.Ama  esas grafik  e sayısı yani bu 2.72'nin hangi sayı ile üssünü alırsam sonuç benim makineye yazdığım sayı çıkar şeklinde olan denklemdir biz buna exponential distribution  ( Üstel Dağılım) diyoruz; yani :


Kısaca iki fonksiyon akraba ama aynı değil. Şu herkesin bildiği bir hikaye vardır bizim exponential dağılım işte bu aşağıda anlatılan  ailedenmiş gibi kısmen düşünebiliriz.

Rivayet odur ki, satranç oyununu icat eden kişi Kral’ın öyle beğenisini kazanmıştır ki “dile benden ne dilersin” gibisinden bir ödül vermek istemiştir.
Mucit ise, Kral’ın ısrarları üzerine isteğini söylemiştir: 64 kareli satranç tahtasının ilk karesine 1 buğday tanesi konulacak, sonra sırayla her kareye bir öncekinin 2 katı kadar buğday konulacaktır. Yani 1, 2, 4, 8…
Kral bu karışık hesap yerine verin bir çuval buğday da gitsin der ama mucit tam olarak istediğinde ısrarlı olunca Kral da ister istemez peki der.
Birkaç saat sonra tahıl depolarından sorumlu yetkili Kral'ın huzuruna varıp tüm depoların boşaldığını ama hala gereken sayının çok uzaklarında olduğunu söyleyince iş anlaşılır ve bir hesap yaparlar. 1. kareye 1 buğday, 2nciye 2, 3ncüye 4, 4ncüye 8, 5nciye 16, yani (n)nci kareye 2 üzeri 63. Yani 9,223,372,037,000,000,000 ya da daha kabacası 9un yanında 18 adet sıfır.
1 buğday tanesi yaklaşık 0.02 gram olduğuna göre bu sayıda buğday 20,000,000,000,000,000 gram veya 20,000,000,000,000 kilogram veya 20,000,000,000 ton veya 20 milyar ton olacaktır.



Böyle bir üretim söz konusu dahi değildir. Tarimdunyasi.net verilerine göre dünya buğday üretiminin 2019/2020 döneminde 762 milyon tona yükselmesi beklenmektedir. Halen anlayamayan varsa kırmızıya boyadığım sayılara baksın! Ulaştığımız sonucun bu üstel fonksiyonların gayet püsküllü bela olduğunda sanırım şu an bu sayfayı okuyanlar ile hemfikiriz.  Yani eğer bu pandemi dediğimiz covid-19 "saldım çayıra, Mevlam kayıra"olarak bırakılsa idi, zayıf bünyelerdeki etkisi işte bu bahsettiğimiz dağılım gibi olacaktı.Grafiğimiz zamana bağlı bir grafik yani X eksenine zamanı koyuyoruz. Tedbir alınmaz ise Boris Johnson gibi sürü bağışıklığı diye başlayıp sonra ülkede  keskin önlemler aldıracak kadar püsküllü bela bir fonksiyon. Peki biz mobilitemizi sınırlayarak ve hatta evde kalarak neyi hedefliyoruz?

1) Kendimizi izole ediyoruz ve fakat bu virus bu kadar yaygın iken bu ormanda aslandan kaçarken çalı arkasına saklanmak gibi bir şey olmuyor mu?

İstatistiksel cevap:  Evet aynen öyle, aslan eninde sonunda bizi bulur mu? Bulur; fakat, bir yerden başlamamız lazım! İşte o çalı arkasında bacaklar titreyerek saklandığımız zamanda tıbbi eksiklikler giderilecek  ventilatör sayısı vs hastanelerde arttırılacak. Ve evde izolasyon olmasa idi şu an benim de yaşadığım İstanbul'da tıpkı New York veya Bergamo'daki gibi doktorları çıldırtacak seviyede hastanelerde bir yığılma olacak idi.

2) Testler güvenilir mi?

İstatistiksel cevap : Aynı firmanın ürettiği test kitlerinde istatistiksel çalışma yapmanız için testin yaygınlaştırılması ve bu işin (hangi marka makina kimlerde kullanıldı, sonuç ne idi, hasta öldü mü, yaşıyor mu?) kayıt altına alınması gerekiyor ki bu şu an pek mümkün değil! Bilinmezlik içinde bilinmezlik de var şöyle ki testi negatif ancak BT taramasında covid pozitif olma olasılığı da var  ve  Relaibility Analysis diye bir ders alan biri olarak şunu söyleyebilirim şu aşamada matematiksel olarak bunu bulamayız. Hani Tom Cruise'lu Inception filminin  sahnesi gibi bozuk parayı masada çevirin düşmez ise rüyadayız gibi bir sorunsal!  Test yaygınlaştıkça güvenilirlik artar bu gerçek!
  
İkinci sorunsalda, şu ana kadar doğru yöntemi " yani  testi yaygınlaştırarak" Almanya biraz daha iyi yönetiyor.

Birinci sorunsaldaki hedef ise dağılımın şeklini değiştirip daha bir dizginleri ele geçirmek Bu Binomial Dağılım olur  Poission Dağılım olur yeter ki Exponential olmasın! 

Benim şahsi kanaatim:  bu virusun ölümcül olmasından ziyade, ölüm ivmelendirici olduğu yönünde, umarım en kısa zamanda bilimsel olarak şifreleri çözülür, tedavisi kolaylaşır. Bu  benim istatistiksel bakış açımla kaleme aldığım bir yazıdır. Sağlıcakla kalın...

03/05/2020 Ayşe Öger Başer