20 Kasım 2013 Çarşamba

İNSANIN KENDİSİ İLE YÜZLEŞMESİ ÜZERİNE-3 DEĞERLERİMİZ VE ALGILARIMIZ

İnsanların yaşamını, kendi algılayış biçimi ile kabullenip karar verme mekanizmalarını buna göre şekillendirdiğinden biraz da olsa bahsetmiştim.
Algı dediğimiz   işlenmiş veri girdisinin temelinde en fazla değerler yatıyor ve bu değerler ailemizde başlayan sonra kendi merakımız ve ilgi alanlarımızla fikir ve bilgi sahibi olmaya bizi iten konularda ilerledikçe genişliyor.
Aslında beynimize gelen veri girdileri önce bizim bu "değerler" süzgecimizden geçiyor sonrada biz bu veriyi algılıyoruz ve aksiyona geçiyoruz:
Elle tutulur bir örnek verirsek: hayatı şantiyede geçen bir inşaat mühendisi belki proje aşamasında bile o inşaatta kullanılacak çimento, demir vs miktarını kafasında canlandırabiliyor. Veri girdisi geçmiş deneyimleri ve teknik bilgisiyle birleşince reel bir girdi olarak kafasında denklemlere dönüştürebiliyor. Burada:
  • Girdi: Kağıt üzerindeki proje,
  • Süzgeç-Değerler aşaması: Geçmiş deneyimler, teknik bilgi
  • Algı : Şu kadar adam lazım şu kadar demir, şu kadar çimento lazım vs vs.....
  • Aksiyon öncesi düşünce: Ben kafamda bir taslak bütçe oluşturayım üst yönetimin takdir ettiği bütçenin altında kalmamak için şimdiden kulis yapmaya başlıyayım vs vs.....
Bu örnek tabii ''İŞ'' bazında bir ALGI &AKSİYON örneğidir. Bir de olayın İNSAN bazında DEĞERlendirilip algılanma boyutu var k;i  işte o biraz karmaşık!

Kullanılacak çimento miktarı veya işe yeni alınacak usta, kalfa sayısı nümerik veriler! Oysa bir insanı değerlendirirken durumlara bakarsınız bakmanızda yetmez süzgecinizi şekillendiren DEĞER yargılarınız kadar onu anlayabilirsiniz. Şansınız var neokorteks ağır basıyorsa biraz daha objektif olabilirsiniz! Ama tabi değerlendirdiğiniz anda karar verme mekanızmanızı o anki ruh haliniz, duygularınız, iç güdüleriniz, beklentileriniz kısacası onlarca değişken etkiliyor siz farkında olmadan!

Bir de işin içinde Daemonik* tarafımız var.Daemonik insan şahsiyetinin tümünü bir dalga gibi kaplama potansiyeli taşıyan herhangi bir tabii eğilimdir. Cinsiyetin kudreti, yaratıcının inadı, kızgınlığın yakıcılığı,iktidar hırsı insanın daemonik uzantılarının örnekleridir. (1)

Yani kısaca şeytanı orada burada değil bizzati içinizde arayınız diyor. Yine aynı kitapta Daeomun'un bir insani davranış olarak kabul edilmediği maskeli gezdiği toplumlarda kötülüğün hep dışarıda yani hep dış mihraklarda aranacağı vurgulanıyor.

Tabii insan zihni tembelliği sevdiğinden, biz insanoğlu lineer denklemlerdeki gibi sebep sonuç ilişkisi olan düz mantığı kullanmaya daha yatkınız. Çalışırsam sınıfımı geçerim! Polis, hırsızı mutlaka yakalar! Dindar gençlik ülkenin geleceği olmalıdır vs gibi düşünceler zihnimizin bize birer oyunu da olabilir. Bu Daemonik taraf ile ilgili olarak ünlü İslam düşünürü Farabi'nin yazdığı  Eflatun Kanunlarının Özeti isimli eserde de, her insanın ruhunda aralarında karşılıklı olarak cazibe özelliği bulunan iki kuvvetin mevcudiyeti kabul görmüş ve  birine temyiz (iyiyi kötüden ayıran kuvvet) diğerine hayvani kuvvet denilmiştir.(2) 

Eğer algılaarınızı dogmatik esaslarla şekillendiriyorsanız algı boyutunuzdaki değerler süzgecinizin delikleri toplumun diğer bireyleri ile aynılaşacaktır. İşte o zaman  şirketinizde veya içinde bulunduğunuz toplulukta yavaş yavaş ''dört köşe delikte yuvarlak bir çivi olma serbestisi''** durumunu bir özgürlük zannetmeye başlayacaksınızdır...

----------------------------
*Daemon: Tanrısal bir güç anlamında kullanılır. Yunan mitolojisinde ikin ci derecede tanrılarıda ifade eder. Daha çok insanı idare eden kişileştirilmiş kaderdir ve her varlığın ayrı bir kader kuvveti vardır.
(1) Türkiye'de Din ve Siyaset, Prof.Dr. Şerif Mardin
(2) Eflatun Kanunlarının Özeti, Ebu Nasr Farabi Hazırlayan: Fahrettin Olguner
** Aldous Huxley Cesur Yeni Dünya kitabından


11 Kasım 2013 Pazartesi

ÇALIŞANI İŞ Mİ YOKSA DİĞER İNSANLAR MI YORAR?

Yandaki resimde gördüğünüz el bendenize ait! Neyse ki,  3 gün önce yanardağın içi lav dolu krateri gibi görünen delik kapanmaya başladı...Nasıl oldu derseniz ızgaranın sımsıcak teli elime yapıştı; daha doğrusu bizzat ben kendi dikkatsizliğim sonucunda sımsıcak ızgara telini elimin üzerine düşürdüm! Yani faili benim...

'' Mutfakların Efendisi'' gibi bir ünvanım hiç olmadı, ama 23 yıllık aktif mutfak hayatımın en acı veren kazasıydı.Bunca yıllık deneyime karşın, böyle amatör bir hatayı nasıl yaptığıma gelince : İşime değil sohbete odaklanmıştım sanırım...

O akşam eşimle tiyatroya gidecektik ve maksadım çocukların karnını doyurup, uykuya gitme saatlerinde bize gelecek olan babaanneye onları emanet edip evden çıkmaktı. Çocuklarıma da durumu anlatmıştım ancak 5 yaşındaki büyük canavarım sitemkar ve de yargılayan bir tavırla benim onlarla çocuk tiyatrosuna hep birlikte girdiğimi, kendisinin de bizimle tiyatroya gelme hakkının olduğunu savunuyor ve beni ikna etmek için hiç susmuyordu. Tamam itiraf ediyorum'' Pamuk Prenses, Çizmeli Kedi vb'' bir çok oyuna gitmişliğim var! Ancak, bu onları seyirci kitlesi erişkinler olan bir piyese götüreceğim anlamına gelmiyor ve bunu onların anlayacağı '' didaktik'' bir dille anlatmaya çalışıyordum ki -O zaman sende artık bizim tiyatromuza gelemezsin isyanı başgösterdi. Sonuç şekildeki gibi Fight Club'ta  ele asit dökme sahnesindeki inleme namelerini andıran benim bağırışımla taçlandı...

Kıssadan hisseye olayı hemen iş dünyasına uyarlarsak: Hedefinize ulaşmak için üstesinden gelmeniz gereken işlerde istediğiniz kadar  usta olun(teknik bilgi beceri tam olsun) ısrarcı ve yeni yetme birisi (özellikle 90 sonrası doğan kuşak çok iddialı) sizin hedefinize ortak olma konusunda ısrarcı ve tehditkar olabilir :) Bu durumda patronun veya ustanın siz olduğunuzu ona kibarca hatırlatmalı, ( benim örneğimde : -Tabii kendi yemeğini kendin hazırlayıp yiyebildiğin gün bana tiyatroda eşlik edebilirsin! mesajı) ve onu değişik işlere yönlendirebilirsiniz. Benim kendi örneğimdeki hatam onu konuşarak ikna etmeye çalışmak oldu! Gideceğim piyesin niye çocuklara yönelik olmadığını belki yaşları 3, 5 yerine 13, 15 olsa daha net görebileceklerdi ve sohbetimiz sonuca yönelik olacaktı.

Ben bir anne olarak öğrendim ki,
1) Acil durumlarda yemek tabağa konulduğunda çocuklarımı mutfağa çağırmalıyım. (Her hedefi anlatmaya gerek olmayabilir bazen sonucu çalışana sunmak sürece dahil etmekten daha hayırlı olabilir)
2) Onları odalarında oynamaya teşvik edebilirdim. (Yönetsel bir görevi yoksa, bazen bazı çalışanları sırf yapmaları gereken kendilerini geliştirecek olan işlere yönlendirmek işi hızlandırır)
3)Belki de bazen hedefin ne olduğunu açıklamamak gerekebilir.( Babanızla kaçıyoruz bu akşam!mesajı bile çocukların huzurlarını kaçırabiliyor)

Olaya daha da geniş perspektiften bakarsak, bu gün iitibariyle sosyal medyamız kızlı erkekli mi olsun yoksa kız kıza mı erkek erkeğe mi evde konaklansın  muhabbetleriyle yıkılıyor ! Malesef o sohbetlerin aktörleri  yukarıdaki 2 numaralı maddenin kendilerine uygulanmasını kabul etmişler gibi geliyor... Kim bilir bu sıralarda meclisten ne yasalar gelip geçiyor; örnek mi? Kıdem tazminatı meselesi gibi :))))