1 Temmuz 2014 Salı

AVRUPA BİRİNCİSİYİZ....

Jeopolitik konumundan mı havasından mı suyundan mı bilinmez ama çok ilginç olayların olduğu bir ülkede yaşıyoruz. Olaylar bazen bir o kadar olağan dışı olabiliyor ama esas daha alışılmadık ve ilginç olan toplumsal olarak olaylara bakışımızdaki tutarsızlık ve de belirsizlik... Ama hepsinden daha da önemlisi toplumsal hafızamız çok kötü..

Bebeklerin 2 yaşına doğru girdikleri ilk ergenlik döneminde doktorların anne ve babalara genellikle şu tavsiyesi olur : '' Aman çok inatlaşmayın, çocuk ısrarcı davranmaya, krizlere girmeye başlarsa hemen gündemi değiştirin, dikkati dağılıverir, kızdığı konuyu unutuverir!'' Bu tavsiye aslında hayatın her dönemi için geçerlidir; önemli olan çocuğu bulunduğu tepki verdiği olayı ona çabuk unutturacak sansasyonel bir gündem yaratmakta! Yemek yemekte mi zorlanıyor ''-Aaaa bak pencereye kuş kondu!'' dersiniz bir anda dikkatler oraya yönelir. ''-Ama pencerede kuş yok ki!'' der biraz büyümüşse, ''-Aaaa uçuvermiş demek ki; hadi sen yemeğini ye; bak birazdan gelecek!'' vaatleri sunulur vs .... Ve bu zincirleme reaksiyonlar  ''Bak karnen iyi olursa bisiklet alacağız!'' şeklinde şartlı koşıllarla devam eder. Büyüyünce durum çok mu farklı oluyor dersiniz aslında fark pek olmaz ama sizi kandırma yöntemleri de eskiye göre daha profesyonel bir hal alır.... 

Geçen sene Beyrut'ta kaçırılan THY pilotlarını hatırlayanınız var mı mesela? Ağustos ayında kaçırılmış ve ikibuçuk ay sonra serbest bırakılmışlardı. IŞİD denen örgüt mesela 48 vatandaşımızı kaçıralı kaç gün oldu hatırlayan var mı? Bugün tam 21 gün oldu! Haberlerde artık bahsedilmiyor bile !  Ya SOMA'da olanlar?


Hatırlatayım, SOMA faciası, 13 Mayıs 2014'de oldu üzerinden neredeyse 2 ay geçti 15 işçi adına açılmış 14 dava var ve bunlardan bir tanesi de rahmetli İsmail Değirmen'in eşi Gamze Hanımın kendi ve 2 evladı adına açtığı dava ve dün DHA’nın haberine göre, Soma Kömür İşletmeleri A.Ş.’nin avukatları, faciada ölen İsmail Değirmen’in eşi ile iki çocuğu adına Soma Asliye Hukuk Mahkemesi’nde açılan davada, istenen 393 bin lira tazminat için “Felaketi özlenir hale getirecek kadar çok (para)” diye savunma yaptı. Gerekçe olarak: suikast olup olmadığının henüz belirlenmediği paralel durumlar var mı yok mu anlaşılamadığı vs gibi gerekçeler sunulmuş....


Tabi dava esnasında kanuni sınırlar içinde kalmak şartı ile her türlü yıpratıcı bel altı vurumlar karşı tarafça yapılır bu en basit davalarda bile maalesef böyle oluyor.(Etik olmayan bir durum olduğunu belirtmeye gerek yok sanırım!) Ama bir İK'cı olarak benim burada üzerinde durduğum resmi olarak 301 kayıp var ama sadece 15 işçi hakkını arıyor yani sadece  % 5.... bu ülke olarak  Sivil Toplum Örgütlerinin kifayetsizliğinin kanıtıdır devletin bu maden ocaklarını niye iyi denetlemediğine dair açılamayan davalar kitlelerde yaratılan korkunun bir ürünüdür. ''Ya bana dul ve yetim  maaşı bağlanmaz ise!'' korkusudur bu! İşte bu nedenledir ki Makina Mühendisleri Odası'nın hazırladığı İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği raporuna göre ölümlü iş kazalarında Avrupa birincisi ve dünya üçüncüsüyüz... 
Ben Türk filmlerini pek izlememekle beraber bu yazıya ithafen, Altın Portakallı Zerre'yi izleyebilirsiniz. Dünya kupasıydı, R.Tayyip, Ekmelettin, Selahattin diye bu arada biz oyalanırken asgari ücrete 4 kuruş zam geldi! DİSK Araştırma Enstitüsü, Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı İstatistikleri üzerinden yaptığı hesaplamaya göre eşi çalışmayan 2 çocuklu bir asgari ücretlinin üç öğün için kişi başına ayırabildiği tutar 2.25 TL olurken öğün başına sadece 75 kuruş ayırabiliyor. Simitin bile 1,4 TL olduğu düşünüldüğünde bizi baya güzel gündemlerle oyaladıkları kesin :) 


3 Nisan 2014 Perşembe

SOKRATES (M.Ö 469 - M.Ö 399)

Sokrates'in suçlu mu yoksa suçsuz mu olduğu oylanırken suçlu olduğunu savunan, Meletos yandaşları 281 oy kullanmışlardı. Sokrates'in suçsuz olduğunu savunanların oy oranı ise 220 idi.Yargılamanın daha sonraki bölümünde ise Ceza Tevkifi vardı ve davacılar yani Meletos yanlıları, ölüm cezası istiyorlardı.Sokrates meydan okudu Ölümü ödül olarak gördüğünü söyledi, yakın dostları ona para cazası ödemeyi kabul etmesini öneriyorlardı.sonuçta Meletos'u destekleyenlerin oy oranı 361'e çıktı.

Sayısal destek önemlidir hayatta, ama bazen de Sokrates gibi hayatınıza mal olur. Sokrates'in kendisinin bizzat kaleme aldığı bir tanecik bile eseri yokken, Sokrates ismi aradan bin yıllar geçmesine rağmen halen biliniyorsa şayet, bu onun düşüncelerinin ve bu düşünceleri kaleme alan öğrencilerinin zaferidir.

Sokrates'in ölümüne neden olan olayları burada uzunca anlatacak değilim. Ama gençleri fikirleri ile zehirlemek, onları yoldan çıkarmak ve de dinsizlikle suçlanan Sokrates'in taa Milattan önce yani bırakınız Hz. Muhammed'i daha Hz. İsa yokken tek tanrı inancına sahip olduğunu okumak benim için pek şaşırtıcı olmamıştı. Zira o zamanki Yunan inanışında neredeyse her bir işin oluşun tanrısı varken Sokrates'in demek ki bu tanrıları da yöneten onlara hükmeden bir Tanrı olmalı diye düşünmesi onun perspektifinin ne kadar engin olduğunun göstergesidir. 

Bakınız bu ülkede seçimler daha geçen Pazar günü yapıldı, ama kesin sonuçların açıklanması bir çok il ve ilçede yapılamıyor şaibeli durumlar var. Balıkesir'in Manyas ilçesinde sandıktan MHP çıkıyor, AK Parti buna itiraz ediyor oylar tekrar sayılıyor ve sandıktan bu sefer CHP çıkıyor. Traji komik ! Yabancı haber sitelerinde seçimlerde öldürülen 9 seçilmiş insanın haberi var bugün! Çok acı ... Ülkemin geri kalmışlığının ispatı gibi adeta....

Ama bu seçimlerin bir de tesellisi var elbette bir gecede örgütlenmeden kendilerine ayni nakdi hiç bir yardım yapılmadan gönüllü olarak koşan sandıklarda usulsüzlük varsa ortaya çıksın bize görev verin diyen genç İnsan Kaynağıdır. Biz onları Twitter'da, Facebook'da lak lak yapıyor, bu yeni y,z,ğ kuşakları da çok lakayıt şekerim diye sohbet çevirirken bu gençlerin vakti geldiğinde taşın altına elini koyabiliyor olması teselli kaynağıdır.

Son söz olarak bu yazı bir siyasi düşünce yazısı değildir sadece genç insan kaynağına güvenin bir yazısıdır eğer bu yazıyı okuyup bana küfretmek isteyen sevgili okurlarım olursa kendilerine tavsiyem :
Türkiye'de Geri Kalmışlığın Tarihi (Yazarı: İsmail Cem) ve Türkiye'deki Seçmen Davranışı ve önceki kırılmalar ve 2002 Seçimi (Yazan: Ali Eşref Turan) isimli kitapları okuyup tekrar düşünmeleridir.


6 Şubat 2014 Perşembe

BİR MOBBING HİKAYESİ....

Bir arama motorunda arama yaparken rastlantı sonucu okuduğum bir haberi sizlerle paylaşıp yorumlamak isterim...

Milliyet Cadde'den Ali Eyüboğlu'nun haberini noktasına virgülüne dokunmadan aşağıya kopyaladım okuyun....

*****
Yıllık cirosu 1 milyar euro olan dünya jet setinin gözde markası firmanın İstanbul’daki bir mağazasında müdürlük yapan kadının açtığı mobbing davası, bir sahtekârlığı da ortaya çıkardı. Çünkü kadının iddiası şu:
“Paris’e her gittiğimde kaldığım otele içinde kumaşlar, elbiseler ve çantalar olan bavullar bırakıldı ve bunları Türkiye’ye getirmem istendi. 5 yıl içinde ayda iki kez bu işi mecburen yaptım. Ne zaman ki, artık bu işe alet olmak istemiyorum dedim, mobbing başladı.”
Mahkemenin talebi üzerine olayı inceleyen maliye ve gümrük müfettişleri, “kayıt dışı, kaçak ve faturasız” birçok kıyafet, ayakkabı ve çantanın Paris’ten İstanbul’a getirilip satıldığını saptadı.
Peki, şimdi ne olacak?
Devlet, kaçak olarak Türkiye’ye getirilen ve ünlülere satılan bu çantalarla elbiselere el koyacak.
Şimdiye kadar sahte evraklarla düşük fiyata ithal edilip satılan lüks otomobillere devletin el koyup emniyet ve maliyenin garajına çekmesine alışık Türkiye... Ancak söz konusu insanların üstündeki ayakkabı, çanta ve kıyafet olunca iş başka...
Trafikte bir ünlünün kullandığı “kaçak otomobil”e el koyduğunda devlet, o kişi bir taksi ya da başka bir otomobile binip gider.
Ancak o mağazadan çanta alanları bekleyen ciddi bir tehlike yok, ama ayakkabı ve kıyafet alanları var.
Devlet görevlileri yarın öbür gün, o mağazadan giyinen kadınlara İstinye Park’ta ya da Nişantaşı’nda, “Kıyafetiniz ve ayakkabılarınızı çıkarın ve teslim edin” diyebilir.
Mağazanın muhasebe kayıtlarını inceleyen devlet görevlilerini şaşırtan şöyle bulgular da var.
Kadının biri 10 ayda 62, bir başkası 8 ayda 54 çanta almış.
Maliyeciler için aslında bu “çanta manyağı” kadınların her biri bir “maden”.
Çantalarının pahalılığıyla ünlü bir firmadan 8 ayda 54, 10 ayda 62 çanta almak ne demek?
Maliyecilerin bunların da kapısını çalıp, bu değirmenin suyunun nereden geldiğini sorması gerekmez mi?
*****
Şimdi satır aralarını birlikte irdeleyelim:
...5 yıl içinde ayda iki kez bu işi mecburen yaptım.....
Ayda 2  kez, yılda 24 kez; beş yılda  120 kez yapar! Yani tam 120 kez ülkeye kaçak yoldan mal sokması ve buna "mecburen" demesi açıkçası bana mobbingten daha ilginç geldi. Zira 1,2,3,5 değil tam 120  kez...
 
Bu kşinin mağaza müdürü olmasından yola çıkarak stok yönetimi, çalışan yönetimi, genel olarak muhasebe'den anlaması gerektiği sonucunu yani  büyük ihtimallle işletme mezunu tahsilli biri olabileceği ve Paris'tekilerle anlaşabildiğine göre  en az bir yabancı dili Fransızca ve/ya İngilizce rahat konuşabildiği sonucunu çıkartıyorum.  Hadi bu tahminimde yanıldım diyelim ama tam 120 kez... 121.sinde "Bu işe alet olmak istemiyorum" diyor.

Platon; Sokrates'in Savunması kitabında aynen şöyle diyor:
"Müşterek tehlike karşısında düşmanlıklarını unutan sınıflar, tehlike ortadan kalkınca menfaatlerinin birbirine ne kadar zıt olduğunu görürler."

 Bu yukarıdaki vakada düşmanlık yok ama sonradan safındakini düşmana dönüştürme ve psikolojik savaşa girme hali var.

On ayda 62 çanta alma veya sekiz ayda 54 çanta alan müşteri profili de hayli ilginç ; ama o benim değil psikologların konusu :)))

4 Şubat 2014 Salı

5 N BİR İK

Geçen hafta TCMB faiz oranlarını arttırdı; her ne kadar bu artış piyasa yapıcı ankaların faiz oranlarını neredeyse pek etkilemese de, dolarda beklenen düşüş beklendiği gibi gerçekleşmedi. Dolarının TL karşısındaki artışı mı yoksa faizlerin mi artışı daha bir hayırlıdır tartışmaları ekonomi kanallarındaki yorumcuların kehanetlerine bırakırsak, ortada 2014 için bir gerçek var ki; her iki halde de ülkenin büyümesinde bir azalma olacak!

2013 verilerine bakarsak FED'in 10 milyar Dolarlık tahvil alımlarındaki azaltımının gelişen ekonomilere etkisini de kenara koyuyorum (ki Mayıs 2013'de sinyali verildi) , İthalatımız 251.7 milyar Dolar, İhracatımız 151.9 milyar dolar amiral gemilerinden turizm gelirleri ise 32.3 milyar Dolar... yani Türkçesi "Borç yiğidin kamçısıdır" borca battık, büyüdük ama bu büyümeyi sanayiye yani üretime yine yeterince aktaramadık! Yani yabancı sermayeye hasret yaşam devam edecek...

Yerel de olsa seçimler önümüzde, sonuçları genel seçim tarihlerini erkene mi aldırır bilinmez ancak istihdam piyasası açısından durağanlık, sermaye kaçışları sebebiyle belki artan işsizlik, Doların aşırı artmasıyla oluşabilecek iflaslar ve bunun istihdama etkileri malesef İK'cının gündeminden teğet mi geçer bilinmez ama umarm gündemi delip geçmez.....

16 Ocak 2014 Perşembe

FARKINDALIK VE İKNA

Yeni yıla yeni umut ve beklentiler ile başladık, hepimize kutlu olsun. Ben yeni yılda geçmiş yılı değerlendirdim! Özel hayatımda ev taşımam, büyük çocuğumun resmi olarak okula başlaması, ufaklığın da anaokuluna başlaması benim için en önemli olan gelişmelerdendi!

Blogumla pek ilgilenememişim, umarım bu sene telafisi olur. Tam da bir önceki yazımda insanın ''Daemonik'' tarafından bahsetmiş iken, önceki yıllarda yazdığım yazılarda bahsettiğim kişilerin de geçtiğimiz yıl malesef olumsuz gelişmeleri olduğunu farkettim. Örneğin milli atlet Nevin Yanıt'ın hırsından bahsetmişim, 2013yılında dopingli çıkmış, yine ampute atlet Oscar Pistorius'un azminden bahsetmişim 2013 yılında sevgilisini öldürmek suçuyla halen yargılanıyor... Gerçi bu gelişmeler onların işlerini yaparken azimli ve hırslı olmamalarından kaynaklanmıyor.  Ama dopingli madde kullanımı eğer bilinçli yapıldı ise çok amatörce bir hırsa örnek olabilir, bir insanı öldürmek ise zaten kelimelere gerek yok dehşetengiz ama insanın daemonik yönlerine de güzel örnekler... Kariyeri başarılarla dolu IMF eski başkanı ekonomi profesörü aynı zamanda siyaset bilimci ve avukat olan Dominique Strauss Kahn'dan neyse ki bahsetmemişim zira o da taciz ve tecavüz suçlaması ile geçen sene yargılanıyordu.

Bu aralar Budizm ile ilgili  Sogyal Rinpoche'nin yazdığı Tibet'in Yaşam ve Ölüm Kitabı'nı
okuyorum  Kitapta beni etkileyen paragraflardan birini sizinle paylaşmak isterim:

Farkındalığın kaynağı hepimizin derinliklerindedir,görevimiz hiçbir şart altında inançlarımızı insanlara kabul ettirmeye çalışmak değil, onların bunu kendi içlerinde bulmalarını sağlamaktır.

Yukarıda verdiğim profesyoneller bu yapılan yanlışların (şayet yaptılarsa tabii, davalar sonuçlanmadı) farkında değiller miydi? veya bu hataları yapan insanlar biizim yakın çevremizden, eş dost belki de ailemizden çıkamaz mıydı? Olabilirdi ve pek ala halen olabilir....

İnsanlara inandığınız bir savı ancak objektif yaklaşım, sorgulatma, olayla ilgili doğru soruları sorma yöntemiyle kabul ettirebiliriz. "-Sen yanlışsın ben  haklıyım," -"Ben yaptım oldu!"," Ben senin üstünüm haddini bil!" tarzı tehditsel ifadeler bizi doğruluk, doğru bilgiye ulaşma hakkı, olumlu çalışma ortamı, sevgi ve iyilikten uzaklaştıracaktır.Farkında olduğumuz konuyu ancak karşımızdakinin de farkında olabileceği bir seviyeden ona ulaşarak ikna edebiliriz.

Bununla ilgili eski  1957 yapımı bir filmi var adı " 12 Kızgın Adam"  Babasını öldürmekle suçlanan genç bir çocuğun suçlu olduğuna inanan 11 jüri ve inanmayan tek jüri Henry Fonda! Neredeyse tüm film aynı odada ve masa başında geçiyor ama  Fonda'ın canlandırdığı karakterin (Deivid) diğerlerine olayları yeniden değerlendirtmeye çalışma yöntemi, doğru bilgi ve çalışma yöntemi ile sonuca ulaştırma çabası çok güzel işlenmiş, zira çocuk tüm jürilerin idam istemesiyle idam edilecek veya tümünün suçsuz bulması ile hayatı kurtulacak. Deivid burada 11 kişiyi tek başına ikna ediyor, kolaya kaçmadan yoksa çoğunluk böyle yapıyor ben de evet diyeyim idam edilsini seçmek en kolay yol olurdu...